• Ana Sayfa
  • Hakkimizda
  • Üye Olun
  • Ziyaretçi Defteri
  • Forum
  • İletişim
  • Görsel Eğitim Setleri

  • _______________

    ZiyaretÇi BilgileRi 

    Bilgileriniz 

    » Bu sitemizi ziyaretin.

     

     

     

     

     

    PAYLAŞINN..!

     

    EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu

    Paylaşıyorum

    Sam-Serif ve Bagrindaki Osmanlilar

    Şam-Şerif ve Bağrındaki Osmanlılar

    Habip BALCI



    İnsanlık tarihine adını yazdıran şahsiyetlerin buluştuğu, birçok medeniyete beşiklik etmiş bir şehir olan Şam, yeryüzünün en eski yerleşim merkezlerindendir. Arap şairleri onu; "Yeryüzünün güzellik timsali, cennetin tavus gerdanlığı..." diye tasvir ederler. Ülkemize bir kuş uçuşu mesafede bulunan bu şehir, bir asra yakın zamandır, nedendir bilinmez, bizlere oldukça uzak göründü.

    Şam'ın tarihi insanlık tarihiyle başlar. Hz Âdem'in (aleyhisselâm) oğulları Habil ile Ka­bil'in arasında cereyan eden hâdisenin burada yaşandığı rivayet edilmektedir. Mevcut işaretlerden hareketle insanlarda, Kabil'in, Habil'i Kasiyun Dağı'nda şehit ettiği kanaati hâkimdir. Habil'in mezarı olduğu belirtilen yer, ziyarete açıktır. Ayrıca Şam, Hz. İsa'nın (aleyhisselâm) nezîhe annesi Hz. Meryem ile hicret ettiği, on yıl kaldığı ve peygamberlik gibi ulvî ve ağır vazifeyi omuzlarına alıp tekrar Kudüs'e hicret ettiği mekândır.

    Bizanslı idarecilerin yaşadığı gelişmiş bir kale şehri, Emevilerin ise, ilk başşehri olan Şam, peygamberlerin (aleyhimüsselâm), sahabe efendilerimizin (ra) ve âlimlerin uğrak yeri olmuş; bu yönüyle de İslâmiyet'in en şerefli şehirlerinden biri olma unvanını almıştır. Şam bizim için asıl mânâsını, insanlığın iftihar tablosu Hz. Muhammed Mustafa'nın (sallallâhü aleyhi ve sellem) iki defa bu beldeyi şereflendirmesinden alır. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), Şam'a ilk seyahatlerini on iki; ikincisini ise, yirmi beş yaşındayken gerçekleştirmiştir. İslâm tarihi kaynakları, Şam'a Allah Resulü'nün (sallallâhü aleyhi ve sellem) on bin sahabesinin geldiğini yazar. Bu güzel beldede, bir zamanlar tebliğ ve irşad vazifesini yerine getiren Saadet Asrı'nın bâni ve temsilcilerinin; Mekke'den Medine'ye hicretten sonra ikinci hicrete talip olan adanmışların; hakikat yolunun rehberleri, ilmiyle âmil âlimlerin; mürşitlerin; yendikleri orduların değerlerine saygı gösteren âbide komutanların bıraktıkları izlerle ve ecdadın inşa ettirdiği mekânlarla karşılaşıyoruz.


    Şam Süleymaniye Camii ve Külliyesi
    Şam'da ilk görülecek yerlerden biri, Kanunî Sultan Süleyman'ın emri üzerine, Mimar Sinan tarafından plânlanan, Sinan'ın yardımcılarından birinin nezaretinde inşa edilen Süleymaniye Camii ve Külliyesi'dir. Sinan'ın 'kalfalık dönemi eseri' olarak da değerlendirilen bu eser, İstanbul'daki Süleymaniye kadar olmasa da, onun küçük bir numunesi olarak, ziyaretçilerini kısa süreli de olsa, İstanbul'a alıp götürüyor.

    Külliye, Hac kafilelerine hizmet sunacak bir menzil olarak düzenlenmiş. Külliye; medrese, cami, aşhane, kervansaray ve tabhane* gibi bölümlerden oluşmakta. Tabhane bölümü, bugün askerî müze olarak kullanılmakta. Caminin avlusunda bulunan büyük havuz, Hacı adaylarının abdest almaları maksadıyla yapılmış. Şam Süleymaniye Külliyesi'nin bir parçası olan medrese, İstanbul'dan gönderilen âlimlerin ders verdiği önemli bir eğitim merkezi olarak kullanılmış.

    1550 yılında Kanunî Sultan Süleyman'ın isteği üzerine inşasına İstanbul'daki Süleymaniye Camii ve Külliyesi'yle eşzamanlı başlanan Şam Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Sinan'ın İstanbul'dan gönderdiği yardımcılarından Muslihiddin Halife'nin nezaretinde inşa edilmiş. Cami, üslûp açısından Osmanlı klâsik mimarisini yansıtmakta; çift revaklı stiliyle Sinan'a ait bir eser olduğunu gözler önüne sermekte. Kanunî Sultan Süleyman'ın adını taşıyan ve Arap coğrafyasında inşa edilen klâsik Osmanlı mimarisinin ilk örneği bu eser, Şam halkı üzerinde büyük bir tesir meydana getirmiş olmalı. Caminin içerisinde Kültür Bakanlığımızca başlatılan restorasyon çalışmaları devam ediyor.

    Caminin kıble tarafının sağında, son Osmanlı padişahı Sultan Vahdeddin'in ve son dönem bazı Osmanlı padişahlarının (Sultan Abdülaziz, 2. Abdulhamid, 5. Murad) torun ve oğullarının mezarları yer almakta. Mezarlığın bakım ve onarım masrafları ülkemiz tarafından karşılanmakta.
    Sultan Vahdeddin 1926'da İtalya'nın San Remo şehrinde vefat ettiğinde, borcundan dolayı cenazesine haciz konur. Sultan, Müslüman bir ülkeye defnedilmeyi vasiyet ettiğinden, borçları dönemin Suriye Devlet Başkanı Ahmet Naim tarafından, Şam'da yaşayan Türk asıllı esnafların himmetleriyle ödenmiş ve sultanın cenazesi gemiyle önce Beyrut'a sonra da Şam'a getirilmiştir. Halk tarafından cenaze namazı kılındıktan sonra, sultanın nâşı atalarının malı olan Süleymaniye Camii'nin bahçesine tekbirlerle defnedilmiş.

    Muhyiddin Arabî Camii
    Sultan Selim, Mısır Seferi'ne çıkmadan önce, Muhyiddin-i Arabî Hazretleri'nin bir risalesinde (Şeceretü'n-Numaniye fi Devleti'l-Os­maniye) okuduğu "İza cae's-sinu dahale'ş-şine uz­hi­ra bi merkadi'l-mim" ibaresinin ne mânâya geldiğini Şeyhülislâm Kemalpaşazade'ye sorar. Kemalpaşazade, 'Sin'den kasdın Selim, Şın'dan kasdın Şam, Merkad-i Mim'den muradın da, Muhyiddin'in kabri olduğunu' sultana açıklar. Sultan Selim, rüyasında Şeyh-i Ekber'i görür. Hazret ona; "Ya Selim, senin gelmeni beklemekte idim. Safa geldin, Mısır gazan kolay olacak, sana müjdelerim. Beni bu çöplükten kurtar. Salihiye'yi onar ve bana türbe, cami, medrese, imaret yaptır." der. Selim Han hemen uyanır ve atına binerek Salihiye'ye ulaşır. Atı bir çöplüğün üzerine çıkıp eşinmeye başlayınca, atından iner. Hayvanın eşindiği yerde büyük bir taş görünür. Sultan, taşta celî kûfî hatla "Haza kabrü Muhyiddin" yazısını okur. Sultan Selim, hemen kabrin etrafını temizlemeye başlar. Askerlerin yardımıyla ortam kısa sürede temizlenir. Sultan, kışı Şam'da geçirir. Yavuz, Şeyh-i Ekber'e bir türbe yaptırır, türbenin yanıbaşına da büyük bir cami yapılmasını emreder.

    Şamlı Mimar Şahabeddin Ahmed önderliğinde yapımına başlanan bu cami ile hem bölgede Osmanlı varlığının temeli atılmış, hem de büyük mütefekkirin hatırası yâd edilmiş olur. Halkın 'Şeyh Camii' de dediği bu eserin hemen karşısındaki imarette, ihtiyacı olanlara Devlet-i Âli Osman adına yüzlerce yıl yemek ve içecek ikram edilmiş. Şimdilerde ise bu mekânda, Devlet-i Âli Osman adına olmasa da, hâlâ hafta sonları yemek verilmekte. Muhyiddin-i Arabî'nin Türbesi, caminin avlusunda bulunan havuzun tam karşısında. Türbeye ulaşabilmek için, yaklaşık on basamak aşağı iniliyor. Türbenin sandukası, gümüş işlemeli yeşil atlasla örtülü. Türbeyi kadın ve erkekler ayrı ayrı yerlerden ziyarette bulunuyor. Türbenin dış avlusunda, yeniden düzenlenen Türk mezarlığı var.


    Şam İstasyonu ve Şam Mevlevihânesi
    Eski Hicaz Demiryolu Hattı üzerindeki Şam İstasyonu son derece bakımlı ve göz alıcı. Hemen önünde duran lokomotif, bir an, Hicaz yolunun yeniden açılacağı intibaını uyarıyor zihinlerde. Bugün tekrar hayata geçirilmeye çalışılan Hicaz Demiryolu Hattı Projesi'nin ilk sahibi 2. Abdülhamid Han'dır. Osmanlı'nın, Medine topraklarına girdiğinde, Allah Resulü (sallallâhü aleyhi ve sellem) rahatsız olmasın diye, raylarına keçeler bağlandığı rivayet edilen Hac tren katarlarının önemli duraklarından biri olan Şam istasyonu, Anadolu'daki örneklerinden farklı olmayan azametli bir Osmanlı eseri. Bu esere baktıkça, hayalimizde tarihimizin hüzün dolu bir sayfası canlanıyor: 1. Dünya Savaşı sonrasıdır. Mütareke gereği, son defa Anadolu'ya gidecek ve belki de bir daha sefere çıkamayacak trende, Anadolu'ya dönen yaralı Osmanlı askerleri vardır. Tren bir türlü hareket edemez. Dışarıdan uğultular gelir. İçeridekiler merak ederler. Bölük komutanı, Şam'ın son Selâhaddin'i, Selâhaddin Günay (1890–1956), trenin penceresinden dışarı bakar. Trene sarılmış binlerce insan, hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. İçlerinden biri trenin önüne atılır ve şöyle haykırır: "Bizleri kime bırakıp gidiyorsun Türk!" İşittiği bu söz üzerine komutan, toz toprak içindeki yanaklarına süzülen gözyaşlarını saklamak için, kompartımana geri döner.

    Tren istasyonunun karşı sağında Şam Mevle­vihânesi'nin camisi bulunmaktadır. Bu eser, hamuşanı** ve tekkesiyle dikkat çekici bir yapıdır. Bu önemli merkezde de, 1585 yılında bir Mevlevihâne tesis edilmiş. Dergâhın bânisi, Arap kaynaklarına göre Lala Mustafa Paşa'dır. Dergâhın ilk şeyhi, tekkenin içindeki mescidin kuzey duvarı dibinde türbesi bulunan Karamanlı Derviş Kartal Muhammed Dede. Burası, ecdat tarafından Bilâdü'ş-Şam bölgesine geçiş noktası olarak da kullanılmış. Bu yönüyle tarih boyunca birçok dervişi ağırladığı gibi, 1. Dünya Savaşı'nda Kanal Harekâtı'na katılmak için Şam ve Filistin'e geçecek Gönüllü Mevlevî Alayı'nın uğrak yeri de olmuş. Bu mekân, Remzi Dede'nin şeyhliği döneminde, Türk askerinin mühimmat deposu olarak da kullanılmış. Bu tür dergâhlar sayesinde, Osmanlı örf ve âdetleri, kültür ve sanatı bu bölgelerde yayılma imkânı bulmuş. Buralarda çeşitli milletlerden, Mevlevîliğe intisab eden birçok mutasavvıf, musikişinas ve sanat erbabı yetişmiş.

    Şam'a gelen yabancıların yoğun olarak alışveriş yaptığı Hamidiye Çarşısı, 1. Abdülhamid döneminde inşa edilmiş. Çarşı, 2. Abdülhamid döneminde, 1863 yılında, elden geçirilerek son hâlini almış. Çarşıda dünyanın en eski ve görkemli mâbetlerinden Emeviye (Ümeyye) Camii, dimdik ayakta. Emevi Camii, 1911 yılında 35 yaşlarında ilmiyle, takvasıyla kendini İslâm coğrafyasına kabul ettirmiş olan Bediüzzaman Said Nursî'nin de "Hutbe-i Şamiyye" olarak bilinen, hutbesini irad ettiği yerdir. Bediüzzaman Hazretleri, Şam seyahati sırasında Cuma namazı için Emevi Camii'ne gelir. Bir süre sonra, "Bediüzzaman aramızda!" diye bir ses işitilir. Cemaatte izdiham olur. Bediüzzaman, yüzden fazla âlimin ısrarı ile on binin üzerindeki bir cemaat karşısında 'Hutbe-i Şamiyye' olarak tarihe geçen meşhur hutbesini irad eder. Hutbe-i Şamiyye'de Bediüzzaman: "Yeis en dehşetli hastalık ki, İslâm âleminin kalbine girmiş. İşte o yeistir ki, bizi öldürmüş gibi. Garpta bir-iki milyonluk küçük bir devlet, Şark'ta yirmi milyon Müslüman'ı kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş." sözleriyle Müslümanların maruz kaldıkları hastalıkları (en önemlisinin yeis-ümitsizlik- yani artık bizler eski ihtişamlı günlerimize dönemeyiz inancının yerleşmesi) bir doktor gibi teşhis edip, Kur'ân eczanesinden çareler teklif eder.

    Emevi Camii avlusunda, kıble istikametinin tam arkasında, dertli şairin "Şarkın En Sevgili Sultanı" şeklinde tavsif ettiği Selahaddin-i Eyyubi'nin türbesi ve Türk Hava Şehitliği bulunmaktadır.

    Paşalar şehri
    İstanbul 'paşalar şehri' olarak bilinir. Caddelerin, sokakların, camilerin, konakların, han ve hamamların isimlerine baktığımızda Şam'ın İstanbul'dan hiç de aşağı kalır yanı yok gibi. Hamidiye Çarşısı'nın Hicaz Demiryolu İstasyonu yönündeki çıkışında bulunan Muaviye Caddesi üzerinde, Şam Beylerbeyi Es'ad Azim Paşa tarafından 1700'lerde yaptırılmış Azim Sarayı bulunmakta. 17 odalı, taş duvarlı, görkemli bu eser, bugün Suriye Etnografya Müzesi olarak hizmet vermekte.
    Hamidiye Çarşısı'na uzanan Mithat Paşa Caddesi'nin yakınında, bir Osmanlı paşasının adını verdiği bir cami durmakta. Şam Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yaptırılan ve İstanbul Beşiktaş'taki Sinan Paşa Camii'yle aynı adı taşıyan bu eser, yeşil minaresiyle şehre ayrı bir güzellik katıyor. Bu eserin tam karşısında Şam Beylerbeyi Derviş Paşa tarafından 1574'te yaptırılan Dervişiye Camii durmakta. Bu eserlerin bulunduğu mekân, Türklerin yaptırdığı eserlerle küçük bir Türk mahallesine dönüştürülmüş.

    1517 yılında Yavuz Sultan Selim vasıtasıyla Şam'a üflenen Osmanlı ruhu, günümüzde de mazinin ihtişamını ziyaretçilerine fısıldamaya devam ediyor.

    * Tabhane: İçinde dinî ilim öğretilen, fakirlere ve misafirlere yiyecek dağıtılan mekân.
    ** Hamuşan: 'Susanlar yurdu, susanlar' mânâsında Farsça bir kelime. Mezarlık mânâsında da kullanılmaktadır.

    azizyilmazcom.tr.gg
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol