• Ana Sayfa
  • Hakkimizda
  • Üye Olun
  • Ziyaretçi Defteri
  • Forum
  • İletişim
  • Görsel Eğitim Setleri

  • _______________

    ZiyaretÇi BilgileRi 

    Bilgileriniz 

    » Bu sitemizi ziyaretin.

     

     

     

     

     

    PAYLAŞINN..!

     

    EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu

    Paylaşıyorum

    Sultan Meliksah ve Egitim

    Sultan Melikşah ve Eğitim

    Ahmet Ürgüplü



    Büyük Selçuklular ve onlara vâris olan devletlerin medeniyet tarihine en büyük hizmetleri, İslâm dünyasının her tarafını başta câmi ve medrese olmak üzere kütüphane, tıp mektebi, hastane, imaret, zaviye ve kervansaraylarla donatmak olmuştur. Bu müesseseler gerek devlet eliyle, gerekse meliklerin, beylerin, hatunların veya zenginlerin şahsî imkân ve gayretleriyle vücuda getirilmiştir. Zîrâ Sultan Tuğrul Bey: "Kendime bir köşk yapıp da, yanına bir câmi inşa etmezsem Allah'tan (celle celâlühü) utanırım." derken, Selçuklu'nun dayandığı temel inancı ortaya koyar. Sultan Tuğrul, fethettiği şehirlerde ilk iş olarak âlimleri ve din görevlilerini tevazuyla ziyaret etmiş; buralara medrese ve camiler inşa ettirmiştir. İlim erbabı bu iklimde sürekli himaye görmüş, bizzat sultanla beraber aynı sarayda ikamet etmiş veya onun vakfettiği müesseselerde barınma imkânı bulmuştur.

    Tuğrul Bey'den sonra tahta geçen Sultan Alparslan, bir gün Nişabur'da câmi kapısında karşılaştığı perişan elbiseli gençlerin hâlinin sebebini Vezir Nizamülmülk'e sorar. Vezir: "Bunlar insanların en şereflileri olup, dünya zevki olmayan ilim taliplileridir." cevabını verir. Bunun üzerine Alparslan, onlara bir yurt inşa edilmesini ve maaş bağlanmasını emreder. Alparslan döneminde, ülke genelinde medreseler inşa edilmeye başlanır. Nişabur'da kurulan ilk Selçuklu medresesini, Bağdat, İsfahan, Rey, Musul, Herat gibi önemli merkezlerde kurulan medreseler takip eder. Nizamiye Medreseleri adı verilen bu eğitim müesseselerinden 60.000 dinara mâl olduğu rivayet edilen, binası ve muhteviyatı itibarıyla sonrakilere örnek teşkil eden Bağdat Nizamiyesi, Selçuklu'nun en meşhur âlimlerini, fakihlerini, fikir adamlarını, müderris ve vaiz olarak bünyesinde toplamıştır.1 Bu eğitim yuvalarında yetişen insanlar arasında, büyük kelâm âlimi İmam Gazali de bulunmaktadır. İmam Gazali, Nişabur Nizamiyesi'nde dersler alarak buranın mümtaz bir talebesi olmuş; usûl, kelâm, mantık ilimlerinde Horasan'ın parlayan yıldızı olarak daha sonra Bağdat Nizamiyesi'nde dersler vermeye başlamıştır.2

    On birinci yüzyıl Ön Asya ve Anadolu topraklarında yaşanan fikrî anaforun sükûnete ulaşmasında önemli tesir icra eden Nizamiye Medreselerinin fikrî öncülüğünü Nizamülmülk yapmış; Selçuklu sultanları da bu hayalin gerçekleşmesi için, her yönüyle âdeta birbirleriyle yarışmışlardır. Sultan Alparslan'ın, Selçuklu ülkesinin bu eğitim müesseseleriyle donatılması için gösterdiği gayretlerin yanı sıra, buraların ayakta kalması için kendisine tahsis edilen has iradın (hususî gelir) onda birini vakfettiği görülür. Sultan Melikşah da yaptırdığı medreseler ve kültür müesseselerinden başka bu hizmetlere yılda 300.000 dinar (altın) ihsan etmiştir. Hattâ bu hayırhahlıkta eşine Selçuklu tarihinde az rastlanabilecek bir örnek sergileyen Sultan Sancar, ilim erbabına 700.000 dinar, 1.000 atlas elbise, pek çok at ve kıymetli eşya ihsanında bulunmuştur. Bu cömertlik karşısında şaşıran hazinedar, kendisine, hazinenin boşalacağını söylediğinde, ondan; "Benim hakkımda mala meyletti denilmesi çirkin olur, bu atlas elbiseleri de dağıt!" cevabını alır.3

    On birinci asra damgasını vuran Türk medreseleri
    Sultan Alparslan'­dan sonra 'Âdil Sultan' unvanıyla tanınan Melikşah'ın Büyük Selçuklu Devleti'nin başına geçmesiyle med­reselerin müesseseleştiğini görmekteyiz. Din ve mezhep farkı gözetmeden bütün tebaasına gösterdiği şefkat, Müslüman ve Hristiyan kaynaklarınca takdirle zikredilen bu büyük sultan, Türk-İslâm hükümdarları arasında asırlarca azametin ve adaletin bir örneği olarak yâd edilmiştir. Ancak onun bu hususiyetleri yanında tarihe mâl olan esas yönü, Selçuklu tahtına geçmesiyle birlikte eğitime önem vermesi ve medrese eğitimini meccanî (parasız) hâle getirmesidir. Geniş bir coğrafyada ilim tahsil etmek isteyen ancak maddî imkânı olmayan gençler, bu sayede dönemin Bâtınilik gibi sapık düşüncelerinden uzak tutulmaya çalışılmıştır. Bununla da kalınmayarak, medreselerde âlim ve talebelere maaş bağlanmış, hattâ ilmi teşvik maksadıyla çalışkan ve kâbiliyetli talebeler için vakıf tahsisatından 100, 500 ve 1.000 dinar veya akçe mükâfatlar verilmiştir.4 Temel İslâm ilimleri, dil ve edebiyatın yanı sıra müspet ilimler ve felsefeye ait derslerin okutulduğu Nizamiye Medreselerinde eğitim, dönemin en muteber ilim dili olan Arapça ve bunun yanında Türkçe yapılmakta idi.5 Selçuklu Devleti, bu medreseler vasıtasıyla bir yandan ilmi ve dini koruyarak yükseltiyor; diğer yandan ise, buralarda yetişen o muhteşem irfan ordusu sayesinde Çin hudutlarından Akdeniz kıyılarına kadar yükselen yeni bir medeniyetin temellerini atıyordu.6

    Büyük Selçukluların başlattığı bu takdire şayan harekete diğer Müslüman devletler de katılmış olmakla birlikte, geniş bir coğrafyada kurulan sözkonusu medreselerin ve diğer eserlerin büyük bir ekseriyetini Türklerin inşa ettikleri oluşturmakta idi. Bu dönemde Şam gibi Türk nüfusunun diğer bölgelere nazaran daha az olduğu bir yerde dahi; 21 cami, 20 medrese, 9 hânkâh (tekke) ve ribat, 7 hamam, 1 Dâr'ul-Hadîs ve 1 büyük hastanenin Türklerin eseri olduğu İbn Şeddad tarafından zikredilir. Aynı müellif Halep'te Türk bânilerinin ismini taşıyan 77 cami ve mescit, 8 medrese ve hamam ile 7 hânkâh olduğundan bahseder. Melikşah ilme gösterdiği büyük teveccühü, Bağdat'ı her ziyaretinde bir-iki mâbed veya medrese inşa ettirerek taçlandırmayı âdet hâline getirmiştir. Reşşafe'deki medrese, Camiu's-Sultan ve daha birçok eser bu hayırlı geleneğin neticesinde vücuda getirilmiştir.7 Onun bir kara sevdalı gibi eğitime adadığı hayatı devlet erkânı ve ahalî tarafından ibretle izlenmiştir. Gücü nispetinde herkes bu eğitim faaliyetinde vazife alarak, Allah rızası için ölümsüz eserler inşa ettirmeye çalışmıştır.

    Vezir Nizamülmülk; İsfahan, Basra, Nişâbur, Herat, Merv, Belh, Âmul, Musul ve Taberistan nizamiyelerini, yan­la­rında kütüphaneleri ile inşa ettirmiştir. Bunlar için zengin vakıflar tesis ederek burada sürekli vazife yapan veya geçici olarak bulunan âlimlerin her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamıştır.8 Dönemin ileri gelen isimlerinden Tâcü'l-Mülk Ebû Ganaim, Bağdat'ta Tâciyye Medresesini; Müstevfi Şerefü'l-Mülk Ebû Sa'd Muhammed, Ebû Tâk mevkiinde bulunan Ebû Hanife'nin mezarını tamir ettirerek üstüne bir kubbe, yanına da bir medrese; Hac Emiri Kutluğ b. Beytekin Dicle Nehri üzerinde bir mescit ve Kûfe'de bir medrese; Ebû Amr-un Nesevî, Harezm'de bir medrese; Ebû Nâru'l-Kâşi, Kâşân, Ebher, Zincan ve Gence'de birer medrese ve darüşşifa inşa ettirmişlerdir. Dönemin müellifleri bu eserlerle Sultan Melikşah döneminde Selçuklu ülkesinin âdeta bir gelin gibi süslendiğini ifade ederler.9

    Melikşah'tan Kayseri'ye uzatılan eğitim eli
    Sultan Melikşah dönemi Büyük Selçuklu Devleti'nde bu gelişmeler olurken, diğer yandan da Malazgirt Savaşı sonrası Türk boylarının Anadolu'ya akınları devam etmektedir. Melikşah, 1072 yılında yeğeni (Hemşire-zâdesi) Dânişmendli Melik Ahmed'i, Dârü'l-Cihâd olan Anadolu topraklarının maddî-mânevî fethi için Selçuklu sancak ve bayraklarıyla göndermiştir. Kâbiliyetli ve şöhretli bir kumandan olan Melik Ahmed, Anadolu topraklarına girdikten sonra Yeşilırmak ve Kızılırmak boylarında Kayseri'nin de içinde olduğu bölgeyi fethederek burada Dânişmendli Beyliği'ni kurmuştur. Melik Ahmed bir yandan fütuhat ile uğraşırken, diğer yandan da fethettiği yerlerde ilmî ve dinî tenvir için Dânişmendli Medreselerini açmış, Sultan Melikşah'ın Selçuklu ülkesinde yürüttüğü faaliyetleri böylece Anadolu topraklarına taşımıştır.

    Kısa sürede Kayseri, Niksar, Tokat, Amasya ve Çorum'da açılan Dânişmendli Medreselerinde Selçuklu'nun Nizamiye Medreseleri model alınmış; İmam Gazali'nin düşüncelerini burada Ömer b. Muhammed es-Savî gibi âlimler aynen devam ettirmiştir. Böylece Anadolu'nun İslâmlaşmasında ve yurt hâline gelmesinde bu medreseler öncü rol üstlenmişler, ayrıca gerçek fethin sadece kılıçla değil, aynı zamanda kalemle de olması gerektiğini göstermişlerdir. Bu medreselerle Anadolu'da kısa sürede gelişen ilmî hayat neticesinde birçok telif eser kaleme alınmıştır. Anadolu'da telif edilen ilk eser bu dönemde Dânişmedlilerin Kayseri şehir muhafızı olan ve Kayserili İbnü'l-Kemal diye bilinen İlyas b. Ahmed tarafından Farsça olarak kaleme alınmış olan Keşfü'l-Akabe'dir. Anadolu'da bilinen bu en eski eser Dânişmendli Melik Ahmed'e sunulmuştur.10 Bu eserde Melik Ahmed'in ilmî ve kültürel faaliyetleri şu şekilde anlatılır:"Dünyanın her yanından ehl-i ukûl (bilgin kişiler) o hazrete yöneldiler. Her biri ilmini yayması miktarınca itibar görüp, o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar."

    Dânişmendli Melik Ahmed'le birlikte Orta Anadolu'da başlayan ve Anadolu'nun yurt olması ile neticelenen bu faaliyetler, on ikinci asrın son çeyreğine, Türkiye Selçuklu sultanı 2. Kılıçarslan zamanına kadar devam etmiştir. Dânişmendliler, Büyük Selçuklu'dan aldıkları mirası, Türkiye Selçuklularına devrederek tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

    Tarih kitaplarında isimlerine sıkça rastladığımız bu insanların, sadece birer fatih-komutan olmadığını, ciddi birer devlet adamı, belli mefkûresi olan samimi birer mü'min, eğitimin ve ilim tahsilinin insan için ne denli vazgeçilmez bir şart olduğunu derinden kavramış birer ilim ve âlim aşığı şahsiyet olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Tarihe bir de bu şahsiyetleri tanımaya yönelik tahlilî bir gözle bakmalı, onların eğitim ve ilim konusundaki ısrarlı takiplerini iyi anlayıp, onlardan ibret almalıyız. Çünkü, onların ve kurup yaşattıkları devletlerin sırlı gücünün kaynağı basit bir toprak kavgası ve cihangirlik dâvâsı değildi. O devirlerde tesis edilmiş o ciddi medrese ve kütüphaneler, ilmin hakkını vermiş o büyük âlim ve mütefekkirler olmasaydı, akıllar, kalbler ve vicdanlar yeryüzünü aydınlatacak bu denli parlak bir ışık kaynağı hâline gelebilir miydi?

    19 Kasım 1092 Cuma günü Bağdat'ta ebediyet âlemine göç eden Sultan Melikşah İsfahan'a nakledilerek kendisi için yaptırdığı medresedeki türbesine, talebelerin dualarıyla gömülür. Geride Anadolu topraklarına kadar uzanan büyük bir cihan devleti bırakan Sultanın Büyük Selçuklu Devleti'nin her köşesinde, hatta başta Kayseri, Niksar, Tokat ve Çorum olmak üzere Anadolu topraklarında inşa ettirdiği eğitim müesseseleri, asırlarca akılları, kalbleri ve vicdanları aydınlatan parlak birer ışık kaynağı olmuştur. Bugün yani Âdil Sultan'dan bin yıl sonra vefa soluyan, drahşan çehreli insanlar bu defa onun ulaştığı son noktadan, onun adına bir eğitim ışığı yakmışlar ve yeni Gazaliler, Kaşgarlılar, Farabiler, Zemahşeriler yetiştirmek için çilekeş bir gayrete girişmişlerdir.

    Dipnotlar
    1. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ankara 1965, s.328.
    2. İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devri Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Ankara 1953, s.177.
    3. Turan, Selçuklular Tarihi, s.330.
    4. Turan, Selçuklular Tarihi, s.333.
    5. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi MÖ.1000-MS.2004, Pagem A Yayınları, 2004, s.42.
    6. Turan, Selçuklular Tarihi, s.332–333.
    7. Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devri, s.167.
    8. Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devri, s.169.
    9. Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devri, s.170.
    10. Bkz. Mikâil Bayram, Anadolu'da Te'lif Edilen İlk Türkçe Eser Meselesi, S.Ü. Selçuklu Araştırmaları Merkezi V. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri (20-22 Mayıs 1994), s. 124-132; Mikâil Bayram, Anadolu'da Te'lif Edilen İlk Türkçe Eser "Keşfü'l-Akabe", Konya 1981.


    azizyilmazcom.tr.gg
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol