Ogretmenime Soracagim
Öğretmenime Soracağım
Recep VANLI
Ender, sınıf öğretmenliği bölümünden yeni mezun olmuştu. Okulu bitirmenin sevincine bir de, yurt dışında vazife alma heyecanı eklenmişti. Edindiği bilgilere göre gideceği ülke, kuzeyde güzel bir yerdi. Envai çeşit meyveleri, masmavi gökyüzü, pırıl pırıl denizi, şelaleleri ve yeşilin farklı tonları ile bu kuzey ülkesi âdeta cennetten bir parçaydı. Gitme zamanı gelmiş olmasına rağmen, anne-babası dışında hemen herkes onu kararından vazgeçirmeye çalışıyordu. Zîrâ evin tek oğluydu. “Haritalarda genellikle gösterilmeyen, seni nelerin beklediğini bilmediğin bir yere niye gidiyorsun? Nasıl yaşayacaksın oralarda?” sorularına sık sık muhatap oluyordu. Ama o, yolundan dönmemekte kararlıydı. Zîrâ, güzel bir yerde, güzellikler içinde yaşasa da, asıl güzelliklerin ‘öteler’de olduğunu biliyor; o güzelliklere kavuşabilmek için, bu dünyada bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyordu. Hem gideceği ülkenin de, güzel olduğunu söylemişlerdi. Kendisini yolcu etmeye gelenler arasında kimler yoktu ki: ailesi, komşuları, mahalle arkadaşları, gönül dostları... Sevdiği herkes Yalova Otobüs Terminali’ndeydi o gün. Cenazesi olsa, ancak bu kadar insan toplanırdı. Ender’in babasıyla vedalaşması, orada bulunanları hüzünlendirmişti. Babası, oğlunun iki elinden tutmuş ve gözlerinin içine bakarak şöyle demişti: “Git oğlum, ben zaten seni bugünler için yetiştirdim. Bizi düşünme. Ama yine de, gidip dönmemek, dönüp görmemek var. Şöyle doyasıya bakalım birbirimize...” Tamamlayamamıştı yaşlı adam sözlerini. O hiç sarsılmaz, ağlamaz zannedilen adam ağlıyordu işte. Ender herkesle tek tek vedalaştı ve otobüsteki koltuğuna oturdu. Otobüs, Trabzon’a sabahın erken saatlerinde ulaştı. Ender ile aynı yola baş koyduğu arkadaşı terminalde buluştular; güzel bir kahvaltıdan sonra, karşı kıyıda bulunan ve hayatlarının en güzel günlerini geçirecekleri ülkeye hareket için limana gittiler. Hareket saati gelen feribot, limandan yavaş yavaş ayrılmaya başladı. Arkalarından el sallayanları yoktu; fakat gönülleri Allah’ın rızasını kazanma hedefiyle dopdoluydu. Güneş doğarken vardılar rüyalar ülkesine. Ülke bir yıl önce siyasî kargaşa yaşamış; bunu fırsat bilenler, ülkede para edecek her şeyi hurda fiyatına satmıştı. Ülkenin zenginlikleri, güzellikleri çapulcular tarafından talan edilmişti. Buna rağmen, otuz yıl öncesinin şartlarında hizmet veren haberleşme sisteminin dışında ülkede her şey, beklediklerinin fevkindeydi. Hayatını eğitime adamış Çorumlu bir iş adamı bu problemi de halletmiş, öğretmenlerin memleketleriyle haberleşebilmesi için okula bir araç telefonu hediye etmişti. Telefon sadece, Karadeniz’in havası açık olduğunda, yani güneşli günlerde çekiyordu. Böyle günlerde okulda çalışanlar sırayla yakınlarını arardı. Nihayet eğitim-öğretim başlamış, temiz yüzlü çocuklar sınıfları doldurmuştu. Telefon için havanın müsait olduğu bir gün, herkes sıraya geçmiş, ailesini, sevdiklerini arıyordu ki, ortalığa âni bir sessizlik çöktü. Ender Öğretmen’in babası vefat etmişti. Acı haberi aldığında, babasının terminaldeki konuşmalarını hatırlayan Ender’in yüreği âdeta yangın yerine dönmüştü. Baş koyduğu eğitim davası uğruna, gurbeti vatan edinen Ender Öğretmen’e ‘fesabrun cemîl’ demek düşmüştü. Zîrâ ülkeye uygulanan ambargo sebebiyle Türkiye ile ulaşımı sağlayan tek feribot da seferden kaldırılmıştı. Duadan, hâlini her şeyin Yaratıcısı’na arz etmekten başka yapabileceği şey yoktu. Müsebbibu’l-Esbab’a içten dua etmenin ne kadar önemli olduğunu, şimdi çok daha derinden anlıyordu. Buralara gelmeye karar verdiğinde, yakınları ona, anne-babasını yüzüstü bırakmaması gerektiğini söylemişti. Ender, anne-babasının rızasını aldıktan sonra, içinden “Yapan O’dur. Eden O!” demiş ve nefsini ikna etmişti. Bunları hatırlayınca; “Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz!” diyerek kendini teselli etti. Yıllar oldukça hızlı geçiyordu. Ender, babasının son anlarında yanında bulunamaması sebebiyle bazen kendini suçluyor; verdiği kararı, iç dünyasında defalarca yargılıyordu. Bu durum, bir sabah, bir televizyon kanalında seyrettiği habere kadar devam etti. Sabah haberlerini sunan spiker: “Sevgili seyirciler; stüdyoda bizlerin göğsünü kabartan bir misafirimiz var. Onun duygu ve düşüncelerini sizinle paylaşmak istiyorum.” diyordu. Ender Öğretmen, misafirin kim olduğunu ve nereden geldiğini öğrendiğinde, ruhen yıllar öncesine gitmişti. Bu durum, babasını hatırlamasına da vesile olmuştu. Bin gayretle emek verdiği ve solmaması için üzerine titrediği talebelerinden birisi, Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden birini birincilikle bitirmişti. Spiker, talebeye ne yapmayı düşündüğünü soruyordu. Yusuf yüzlü talebe: “Hem İngiltere’nin hem de Moskova’nın en seçkin üniversitelerinde yüksek lisans hakkı kazandım...” diyerek konuşmasını sürdürüyordu ki, spiker, talebenin sözünü kesti ve ona şu soruyu sordu: “Hangisini tercih edeceksin, düşündün mü?” Eski talebesinin verdiği cevap, Ender Öğretmen’in bütün acılarına merhem olmuştu: “Öğretmenlerimin fikrini aldıktan sonra kararımı vereceğim.” |